Hafif hafif estikçe bir o yana bir bu yana sallanıyor kırmızı, turuncu havlular. Yandaki tuhafiyenin önünde demir ayaklı plastik bir masa, iki sandalye. Tombul bir genç, periyodik bir ses çıkartıyor elindeki telefonu masaya vurarak. Bir Eylül, bir Pazar, bir Yeldeğirmeni akşam üstüsü. 400 metre solumda kalıyor sukuneti bozan kafe. Yolun karşısındaki manav yavaştan toparlanıyor, eczane yine nöbetçi değil. Biraz ölü, çokca insanlı oluyor burada pazarlar. Tek can Feride bu sokakta. Seslendi Metin içeriden, “Nası olmuş? Uzun mu arkalar, iyi mi böyle?” Berber Göktürk, işine burun sokulsun istemez. ‘Daha bitmedi ki, ne anladın hemen?’ deyip hırsla makası fırlattı 30 yıllık aynanın önüne. İçeri girişimi fırsat bilen Göktürk Ağbi, lafı bana getirmek için heyecanla bekliyorcasına, “Geçen gün Feride’yi gördüm” dedi. Benden ses alamayınca, “ne oldu siz görüşmüyor musunuz artık, yok mu evlilik hala, askerden de geldin” dedi. “Yok” dedim. “Arkadaşız, sandığın gibi bir şey yok.” Ağzı ishal Göktürk Ağbi’nin başladı mı konuşmaya susmaz, “Yanlış anlama, bir şey yok dedin diye diyorum, o memeler ne öyle, maşallah. Anası Zübeyde de böyleydi ama Feride bir başka. Ulu orta koyuyor da üstelik. Çekinmesi yok. İnsan utanır biraz. Duydunuz mu bilmem ama sapkınmış da biraz. Başak’la şeylermiş. Başak canım, yan sokaktaki laz balıkçının kızı. Kuru, kara, yarım akıllı bir laz ama iyi maldan anlarmış baksana… Anası da böyleydi bunun, evinde toplardı kadınları, çıplak dans ederlerdi, tüm mahalle konuşurdu bizim zamanımızda, beni ilgilendirmez de işte çeşit çeşit insan var dünyada…” İçimi çektim, çıktım dışarı. “Kendi kızını Taksim’de barlarda görmedin hiç, onun için gerine gerine konuşuyorsun böyle küçük mahallende” diyesim geldi. Feride’yi savunsam neyim oluyordu bilmiyordum. Savunmasam mahallede erkek olmuyordum. Beni 13 yıldır peşinde iki arada bir derede tutuyordu. O kadar seviyordum ki Başak’la görüşmesine, onu daha çok sevmesine bile razıydım. Yeter ki evlenelim… Yanımda olsun her sabah. İsterse o da olmasın, sadece 3 gün. Ama sadece Cuma’ları, yetmiyordu. Her Cuma gelir bize Feride. 13 yıldır. 13 yıl diyorum ama öncesi de var elbet. O zamanlar Metin ile Başak da vardı. Sonra Metin evlendi, erkenden. Annemin öldüğü, benim yalnız kaldığım sene sadece Feride kaldı bize gelen. Her Cuma seviştik çatıda, şarap içip, Kadıköy’e karşı yüzünü döner, inlerdi. Seslerini kaydedip dinlerdim bir sonraki Cuma’ya kadar. Çok dayak yedi Zübeyde Teyze’den benim yüzümden. Bir keresinde merdivenlerden inerken yakaladı Zübeyde Teyze. Ayırmaya çalıştım, bana da vurdu. Feride, kitapları çok sever. Her defasında yeni bir şey bulup getirir. Kitapları o kadar sevmesine rağmen fakülteye gitmedi. Ama dünya bilir. Bilmediği ülke, fikri olmadığı kültür yoktur, oysa Kadıköy’den dışarı çıkmadı 33 yıldır. Her eylemde en önde slogan atan yine Feride. 2 haftadır gelmiyor. Ameliyat kararını verdiğinden beri küskünüz. Elbette memeleri için sevmiyorum onu ama neden? Küçültmeyi neden istiyor. Anlamıyorum. Süt kahve derisi ortasından yırtılınca, fazla haşlanıp kabuğu çatlamış bir patatesi andıran bilgisayar sandalyesine oturdum, tekrar. Metin’in kesimi, Berber Göktürk’ün patavatsızlığı sürecekti belli ki, bir sigara daha yaktım. “Kızdın mı sen, gelsene iki laf ediyorduk” diye bağırıyordu arkamdan Göktürk Ağbi, duymazdan geldim. Susmadı, “bir şey yok diyor, bir şey olmasa kaçar mı?” diyordu. Metin de, “Ağbi üstüne gitme çocuğun, yok diyorsa yoktur…” derken daracık mahallenin daracık dükkanlarının arasından fışkırdı Feride. Önce memeleriyle. Saçlarının sol yanını kazıtmış diğer yanı uzun. Rengi daha da kırmızı. Eğdim başımı, görmesin diye. Kızgındım, kırgındım. “Ahmettt!” diye seslendi. “Aa selam nasılsın?” dedim yerimden kalkarken, yeni görmüş ses tonuyla. “İyi” dedi, “Senden?”. “İyi ben de, Metin’i bekliyorum, berberde. Nereden geliyorsun?”, “Ne buluyorsunuz bu berberde anlamıyorum. Başak’tan geliyorum” dedi. “Ameliyat ne zaman?” Dedim. “Bir ay sonra, yeter artık sorup durma”. Esnaf dükkan önüne dolmuştu bile. Belki de hakkı vardı Feride’nin. Hepsinin dilindeydi memeleri. Mahalleden geçerken sanki içtima vakti. Hayli iriydiler. Dokununca dünyalar, hepsi benimdiler ve daha da vardı. Her erkeğe yeterdi, çokca kadına. Dertliydi, çok çekmişti. Ufacık bedenini şişman gösteren memeleriydi. 33 yılı eziyetle geçmişti. Annesi, “Koca memelerin yüzünden evde kaldın” diyip duruyordu. Evde bırakmazdım ben Feride’yi, oydu razı olmayan. Üzmeyin Feride’mi. Sırt ağrıları başlayınca karar vermişti. Ne dedimse, ne kadar övdüm, ne kadar sevdimse caymadı ameliyattan. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Üstelik en büyük hayali anne olmaktı, kaç kez dedim ‘evlenelim’ diye. Daha da derdim, ömür boyu derdim. ‘Olmaz’ dedi 13 yıldır her defasında. ‘Benim gibi bir kadın için zor evlenmek.’ Biliyordum, kadınları benden çok seviyordu. Sadece Başak da değildi. Bir ay geçti. Ameliyat günü geldi. Feride benden çoktan, memelerinden o gün vazgeçti.
gülsünay